Bana Değil, Benimle Anlat


Giriş Sayfası Duygusal ve Bireysel Genel Temalar Fikir ve Elestiri Makaleler


 

 

Benim de Yaşadığımı Bana Değil, Benimle Birlikte İlgili Yere Anlat

(21.04.2009)

 

Seçimler bittiğinden beri bizim buraya gelen otobüslerin sayısında belirgin bir azalma oldu. İETT, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı bir kurum ve sefer sayısındaki azalma yüksek olasılıkla belediye başkanlığınca da biliniyordur -ki bilinmiyor dahi olsa, benim gibi birkaç kişi daha durumu bildirmiştir-. Belediye başkanlığını kazanmış olan parti, Sarıyer’de ve oturmuş olduğum muhitte istediği oyu alamamış olduğu için bir ceza olarak Ampul’ünü buralardan çekip, işleri muammaya mı bırakmış? Hadi öyleyse bile, klasik Türk zihniyeti bariz bir şekilde kendini çok güzel sergilemekte: sorunlar karşısında talep hakkını kullanmak yerine, sadece konuşmakla kafa şişirmekte.

Çok da güzel bir gün geçirmiş, keyif içinde evime dönüyorum. 4. Levent’te, haftaiçi ve henüz saat dokuz sularında kırk beş dakika gibi rekor bir bekleyişin üzerine sardalye konservesi görüntüsünde bir otobüs geliyor nihayet. Arka kapıdan, tıkış tıkış bir yere zor da olsa tek ayağım üzerinde yerleşmeyi başarıyorum. Tutunabileceğim yerlere kolumun yetişmediği bir yerde duruyorum ama tutunmama gerek olmadığını kapılar kapandığında anlıyorum. İnen-binen hareketliliğinden kaynaklandığını sandığım sıkışma meğer otobüsün an itibarindeki kaçınılmaz haliymiş. Telefonum çalıyor ama cebimden çıkarabilmem için kolumu oynatabileceğim kadar dahi boşluk yok. Yaramazlık yapmış ve öğretmeni tarafından tahtanın önüne gönderilmiş bir çocuk gibi tek ayağımın üzerinde “hazır ol” vaziyetinde mecburi duruştayım. Benden öncesine kadar kim tartışmıştır tartışmamıştır bilemiyorum ama benimle aynı durakta binen birkaç kişi biraz sonra söylenmeye başlıyor. Yok efendim, bu kadar az mı otobüs olurmuş; yok, bir otobüs bu kadar geç mi gelirmiş de şuymuş da buymuş da… Doğru düşüncelerini yanlış yerde dile getiren bu insanlara dönerek haklı olduklarını söylüyorum, ters ve sert olmayan güzel bir üslupla “Durumun zaten, şu anda otobüste bulunan herkes farkında. Bunları zaten bizlere değil, ilgili mercilere anlatacaksın ki bir işe yarasın. Hepimiz burada söylenir ama evimize girdikten sonra unutursak olmaz ki. Telefon, elektronik posta, faks gibi sadece birkaç parmağımızı yoracak onca alternatifimiz var bildirebilmek için, sadece birkaçımızın yapmasıyla olmuyor, herkes şikayetini ilgili yere yapsa kayıtsız kalamayacaklardır.” gibi uzun bir cümleyle izah etmeye çalışıyorum. Adam bozuluyor ve ilginç bir şekilde savunma olarak da “Muhtar zaten uğraşıyormuş” diye bana çıkışıyor. Muhtarın görevinin uğraşmak olduğunu ve bizim de sadece ona bel bağlamak yerine şikayetlerimizi bildirmemizin gerekliliğinden bahsediyorum. Her neyse, konu birkaç dakika içinde kapanıyor. En azından, benle olan diyaloglar kapanıyor ve ağabeylerim aralarında devam ediyorlar.

29C ve 29T, üç mahalleden geçen otobüsler. Üç mahallenin kaç bin insan edeceğini ve her beş mahalleliden birinin İETT’ye şikayetini direkt olarak bildirmesi durumunda, ilgili merciyi kayıtsız kalmalarını engelleyecek kaç şikayet ulaşacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Ama görünen o ki, bizler hala sorunları sadece konuşan insanlarız.

Cem Karaca’nın da çok sevdiğim bir parçasında geçtiği gibi üç beş başbakan, otururuz memleketi kurtarırız. Oysa, zaten bizim -iyi ya da kötü, sevilir ya da sevilmez ama seçilmiş- bir başbakanımız var. Memleket meselelerine, kendimizle ilgili hizmet meselelerine elbette duyarlı olmak gerek ama duyarlı olmak konuşmakla değil, gereğini yapmakla olur. Türkiye’de bireysel şikayet ve temenniler ne denli dikkate alınır bilinmez ama bir, iki, üç, beş derken yüzleri binleri bulan taleplere de eleştirilere veya şikayetlere de kayıtsız kalınacağını pek sanmıyorum. 

                                                                                                                              Emre Utku ÖZEN