Aferin Çocuk, Ama...


Giriş Sayfası Duygusal ve Bireysel Genel Temalar Fikir ve Elestiri Makaleler


 

 

AFERİN ÇOCUK, AMA…

(13.04.2009)

 

Perşembe akşamları ve haftasonları Beşiktaş’ın maçları hariç, haftanın hiçbir günü düzenli takip ettiğim herhangi bir televizyon programı yok. Her oturduğumda televizyonun karşısına, kumandayı elime alırım ve baş döndürücü bir hızda kanaldan kanala atlarım sürekli. Yine aynı şekilde geçgeç yaparken, bir çocuğa takılıyor gözüm ve çocuğun sahnesi bitene kadar da değiştiremiyorum kanalı. Bir şarkı yarışması programı ve anladığım kadarıyla yeni Küçük İbo’lar, Ayşe’ler yaratma peşinde bir organizasyon.

Takıldığım küçük kardeşimin ise farklı ve cezbeden yönü, adeta bir profesyonel edasındaki jest, mimik, tavır ve hareketleriydi. Şanlıurfalı ve 15 yaşında olan bu çocuk, memleketinin türküsünü kulakların pasını silen bir sesle ve hayran da bırakan bir yorumla okumakla kalmadı. Aşina insanların bile çoğu zaman heyecandan elinin ayağının titrediği sahnelerde, bu çocuk tam bir profesyonel havasındaydı. Zaman zaman Tatlıses’e özendiği hareketleri olsa da tüm koreografilerindeki rahatlığı ve özgüveni bakımından medeni cesaretine hayran kalmamak elde değildi. Sanki, dört duvar arasında kendi kendine türkü söylüyor gibi rahat, yıllardır sahnelerden inmiyormuşçasına seyirciye dönük… Kardeşimi, bu sebeplerden ötürü çok büyük bir takdire şayan görmekteyim kendi adıma.

Programa takılmış bulununca ister istemez de yeni “Küçük X”’lerimiz geliyor demekten alamadım kendimi. Çocukları, reyting uğruna bu tür organizasyonlara malzeme etmek ne kadar doğru olabilir ki?

Elbette bireysel yetenekler olabildiğince erken keşfedilmeli ve olabildiğince erken yaştan eğitilmeli. Öyleyse; ses olsun, yetenek olsun, beceri olsun bireysel yatkınlıklarının farkında olduğumuz çocukları bu şekilde direkt sahnelerle baş başa bırakmak onları şarkıcı ya da türkücü yapmaktan öteye geçmez ki. Zaten, ülkemizde gereğinden fazla şarkıcı-türkücü; yok denecek kadar az sanatçı varken bu tür organizasyonların topluma anlık eğlenceden öte herhangi bir katkısının olmayacağı aşikar. Oysa bu yetenekleri, yetenekleri doğrultusunda eğitirken bir yandan da pozitif ve sosyal bilimlerle donatsak, yetenekleri ile ilgili akademik düzeyde yetiştirsek, sonucunda ortaya sanatçılar çıkarsak… Topluma örnek olabilen, sorumluluklarının farkında olan, her kesime ve her yaşa birşeyler katabilen insanlar haline getirsek eminim topluma da çok fazla şey katmış oluruz.

Sanatçı dediğin vizyonu geniş insandır, iki kelimeyi bir araya getirip cümle kurabilen, kimle nasıl konuşması gerektiğini bilen, nerede olduğunu ve nerede durması gerektiğini bilendir. Sanatçı dediğin, sanatı halka güzel şeyler katabilmek için araç edinendir. -Evet, “Sanat halk içindir” felsefesini benimsiyorum.- Sanatçı; göze hoş, yakışıklı, güzel, seksi, çekici gelen değil, göze saygın, gönle yatkın gelendir. Israrla yineliyorum, bu ülkenin şarkıcıya, türkücüye, oyuncuya, dansçıya değil; görsel, güzel ve edebi sanat kollarının tamamında gerçek sanatçılara ihtiyacı var.

                                                                                        Emre Utku ÖZEN