ÇATALHÖYÜK

 

HASANDAĞI

 

Milattan önce yaklaşık 6600 yılına ait bir duvar resminde aktif volkan Hasandağı.  Ön planda ise yerleşim birimi Çatalhöyük resmedilmiş. (J. Mellaart, Catal Hüyük, A neolithic town in Anatolia. Thames and Hudson, Londra 1967, sayfa 59-60)

 

 

 

21-23 Nisan 2001 Hasandağı Tırmanışı

 

Oğuz OKAY, Hayati OLGUN, Fatih KARAKOÇ, Rasim AYAR, ve Doğa OKAY

 

Hasandağı, İç Anadolu Bölgesinde Aksaray – Niğde arasında ova içinde sönmüş bir volkandır.  Yüksekliği 3268 metre olan ve Büyük Hasandağı da denilen dağ ile aynı temel üzerinde 4 km güneyinde Küçük Hasandağı yükselir.  Volkan etkinliği Hasandağı’nda Erciyesten daha yakın bir zamana kadar sürmüştür.  Bu nedenle Hasandağı’nın zirvesindeki krater kaybolmamıştır.  Yöre toprakları Hasandağı’nın püskürtmüş olduğu tüflerden oluşmaktadır.  Dağa 12 km uzaklıktaki meşhur Ihlara Vadisi, kalınlığı yer yer 100 metreyi bulan bu tüflü arazinin Melendiz çayı tarafından yarılması sonucu oluşmuştur. 

 

Yaklaşık bir sene kadar önce 18 kişilik MAM-ARKUR ekibi olarak Hasandağında yaptığımız eğitim çalışmaları sırasında zirveye çıkış denemesi de yapmış ancak zirveye 200 metre kala hava şartlarının aniden kötüleşmesi üzerine dönmek zorunda kalmıştık. TÜBİTAK MAM çalışanlarından bir grup olarak Eylül ayında Ilgaz Dağına yaptığımız ve dağda iki gece konakladığımız gezi esnasında Hasandağı zirvesine çıkmayı planlamıştık. Geçen süre zarfında gerekli malzemeleri alarak hazırlandık.  Tarih olarak 23 Nisanı belirledik.

 

 

 

 

Günümüzün sönmüş volkanı Hasandağı. Üstteki fotograf Aksaray civarından alttaki ise Dağevinden çekilmiştir.

 

 

21 Nisan tarihinde Hayati Olgun, Fatih Karakoç, Rasim Ayar, ben ve 14 yaşındaki kızım Doğa Okay dan oluşan 5 kişilik ekip Gebze otogarında buluşarak TATLISES Seyahat firmasının İstanbul - Şanlıurfa otobüsü ile saat 22.45 de Hasandağına doğru yola çıktık.  Rahat bir gece yolculuğundan sonra 22 Nisan sabahı 7 sularında Aksaray’a vardık.  Daha önce Niğde’ye bağlı bir ilçe iken 1989 yılında il olan Aksaray’da otobüsten indiğimiz yer şehrin biraz dışında yeni yapılmış şehirlerarası otobüs terminali idi.  Terminalden şehre Halk otobüsü ile geldik ve şehirde bizi Hasandağına en yakın köy olan Helvadere’ye götürecek bir vasıta aradık. Yaklaşık 30 km olan Aksaray ile Helvadere arasında düzenli bir minibüs bağlantısı yoktu.  3 saat kadar vasıta aradık.  Bu esnada Eskişehir Anadolu Üniversite öğrencisi Onur adında bir çocukla tanıştık.  O da sabahın 5 inden beri Hasandağına gitmek için vasıta arıyormuş.  Uzun bir pazarlık sonucu bir taksi ile 12 Milyon liraya anlaştık.  Bizi Helvadere köyünden de öteye dağın yamacındaki Dağevine kadar götürecekti. Ancak taksiye sadece bizim ekip sığabildi, Onur’un cep telefon numarasını aldık, bizimkileri de ona verdik, dağda karşılaşabileceğimizi umarak vedalaştık ve ardından yola çıktık.  Tesadüfler sonucu Onur ile sık sık karşılaştık.

 

Aksaray’dan Helvadere’ye giden yol bir sıra küçük yerleşim biriminden geçiyordu.   Orman açısından fakir olan bölgede doğal bitki örtüsü bozkır görünümündeydi.  Esas geçim kaynağı hayvancılık olduğu göze çarpan ve evleri çevreleyen yığma taş duvarları dikkat çeken köylerden geçerek yavaş yavaş ilerliyorduk.  Bu yerleşim birimleri için Hasandağı doğal bir su deposuydu. Yolda taksi şöförü Dağevine değil onun karşı yamacındaki yayla evlerinin olduğu mıntıkaya bizi götürmeyi teklif etti, kabul ettik.  Ancak şöför açıkgözün biriydi, bizden biran önce kurtulmak istiyordu. Önce araba kayıyor dedi, indik arabayı ittik, ardından araba su kaynatıyor dedi, ardından arabayı kasıtlı olarak mıcır kum karışımı yol kenarına sapladı.  Her neyse, şöförün telefonunu aldık ve dönüşte bizi alması için anlaştık ve taksiden indik.  

 

Tüm malzemelerimizi sırtımıza alarak ve taksi şöförünü bol bol anarak 4 saatlik bir yürüyüş sonrası Hasandağında karların başladığı 1900 metre irtifada uygun bir kamp yeri tespit ettik ve 2 çadırımızı da kurduk.   Bulunduğumuz noktanın dezavantajlı tarafı hiç su olmaması idi. Yanımızdaki su miktarı da son derece yetersizdi.  Su gereksinimimizi karları eriterek sağladık.  Kar suyu ile yaptığımız domates çorbası ve sucuklu (ton balıklı) makarnadan oluşan güzel bir akşam yemeği sonrası sabah erken zirveye çıkmak üzere saat 21.00 civarında yattık.  Çadırların birinde Hayati, Fatih ve Rasim diğerinde ise Doğa ile ben kalıyordum.  Gece Doğa’nın biraz tedirgin sesi ile uyandım, diğer çadırdan da sesler geliyordu.  Evet dışarıda büyük bir fırtına patlamıştı ve çadır uçacak gibi sallanıyordu, ardından çok kuvvetli bir dolu yağmaya başladı.  Gece 01.45 de fırtına hala devam ediyordu.  Kalkış saatimizi 4 den 6 ya erteledik ve uyumaya çalıştık.  Sabah 6 da kalktığımızda etrafta geceki fırtınadan iz kalmamıştı.  Tüm neşemiz yerine geldi.   Hafif bir kahvaltı sonrası çantalarımızı hazırlayarak 7.30 da yürüyüşe başladık.

 

Hava bulutlu idi, 2 saatlik bir çıkış sonrası etraf tamamen karlarla kaplandı, yavaş bir tempoda çıkışımızı sürdürdük.  Bir ara dolu yağmaya başladı ve hava iyice kapandı; neyse ki kısa bir süre sonra tekrar durdu.  En önde Hayati, ardından Rasim, sonra Doğa, ben ve ardçı olarak da Fatih yürüyordu.   Yürüyüş esnasında ayakta 1 dakikalık kısa molalar veriyorduk.  Saat 12 civarında Hasandağının kuzeyindeki dik yamacın altına geldik.  Önümüzde iki seçenek vardı: Ya yatay geçişler yaparak daha az eğimli olan dağın kuzeydoğu yamacından zirveye ulaşacak ya da önümüzdeki dik yamaçtan dosdoğru zirveye çıkacaktık.  Hayati karları inceledi ve karların yumuşak olması nedeniyle kramponsuz olarak baton ve kazmalar yardımı ile dosdoğru zirveye çıkabileceğimizi söyledi.  Yukarıda karın sertleşmesi durumunu gözönüne alarak herbirimizin üzerinde emniyet kemeri, karabina, sekizli ve ip vardı.  Zorlu bir çıkış başladı.  En önde sıra ile Hayati, Rasim ve Fatih ayakları ile iz açıyorlar ve arkadan gelenler bu izlere basarak çıkıyordu. Her adımda kazmayı karlara gömerek düşme olasılığını ortadan kaldırıyorduk. Bu zorlu çıkış sırasında Fatih’in cep telefonu çaldı, Onur arıyordu. Dikkatle aşağılara bakınca dağın yamaçlarında onu tek başına gelirken gördük.  Kendisine açtığımız izlerden gelmesini söyledik ve çıkmaya devam ettik.  Saat tam 12.55 de 3268 metre yükseklikteki zirveye vardık. Zirvedeki bayrak uçmuştu, demir çubuğu duruyordu. Zirvenin hemen ardında iki tane krater gölü çanak gibi duruyordu ve tamamen karlarla kaplıydı.  Manzara çok güzeldi.  Zirvede fotograflar çektik ve yaklaşık 45 dakika kadar kaldık.  Bu sırada başka bir rotadan zirveye çıkmış üç dağcı gördük ve zirvede onlarla tanıştık.  Bizim çıktığımız kuzey yamacında gelmeyi göze alamamışlar daha az eğimli olan kuzey doğudan çıkmışlardı.  Aslında bizim yaptığımız cesaret değil gerekli olabilecek tüm teknik malzemeleri (emniyet kemeri, ip, v.b.)  yanımıza almamızdı.  Zirveden ayrılmak üzereyken çok yorgun bir vaziyette Onur da geldi, izlerimiz olmasaydı büyük bir ihtimalle çıkamayacaktı.

 

Zirveden dönüşü kuzeydoğu yamacından gerçekleştirdik.  Karların çok yumuşak olması nedeniyle çığ tehlikesi vardı; tehlikeli bölgelerin etrafından dolaşarak alçalmaya başladık. Yaklaşık 2500 metreye indiğimizde çok kuvvetli bir rüzgar esmeye başladı.  Uzaklardan çadırlarımızı artık seçebiliyorduk.  İnişi hızlandırdık ve tedirgin bir şekilde çadırları da gözlüyorduk. Rüzgar iyice kuvvetlendi. Artık koşar gibi iniyorduk ve nefes nefeseydik.  Bir anda bizim çadırı gözden kaybettim.  Doğa’ya sordum, çadırın uçtuğunu söyledi.  Evet çadır patlamıştı.  Artık aşağıya doğru koşuyorduk.  Çadırımızın vadiye düşmesinden kısa bir süre önce Fatih yakaladı ve bohça gibi yaparak üzerine yattı.  O arada bizde geldik.  Rüzgardan ayakta durmak bile zordu ve şiddetli bir yağmur yağıyordu.  Çadırın içinde yiyecekler, giyecekler ne varsa birbirine karışmıştı.  Karmakarışık halde tüm malzemeleri  çantalara doldurduk ve inişe geçtik.  Yayla evlerine geldik, evleri rüzgara siper alarak nefeslendik.  Yayla evlerine köylüler yaz aylarından çıkıyorlardı ve halen boştu.    Yorucu zirve tırmanışı ardından gelen fırtına, yağmur ve çadır olayı 5 dakika bile dinlenmemize izin vermemişti.  Bu arada Fatih sürekli olarak taksi şöförünü arıyordu, ama telefonu cevap vermiyordu.  Taksici bize yine oyun oynamıştı.  Bunun üzerine Jandarmayı arayarak yayla evlerinin olduğu yerde mahsur kaldığımızı ve bir minibüs göndermelerini rica etti.  Yaklaşık bir saat sonra minibüs geldi. 

 

Minibüs şöförü Ahmet çok iyi bir insandı, kendisi Helvadere Belediye Başkanının eniştesiymiş.  Helvadere köy kahvesinde bize ikişer bardak çay ikram etti. Kahvede bol bol sohbet ettik.  Yöredeki arkeolojik buluntulardan ve halen çıkarılmamış hazinelerden bahsetti.  Bu arada seneler önce toprak altından mumyalanmış bir kadın çıkarıldığını söyledi.  Gerçekten de Ihlara Vadisinden 9. veya 10. Yüzyıla ait olduğu sanılan bir rahibe mumyası çıkarılmıştır ve bu mumya Niğde müzesinde sergilenmektedir.  Helvadere güzel bir köydü ve özelikle suyu çok lezzetliydi.  Minibüs bizi akşam saatlerinde Aksaray’a getirdi.  Aksarayda Gebzeye dönüş biletimizi aldık.  Otobüsümüz Gebze’ye 22.30 da hareket edecekti. Vaktimiz vardı.  Bir restorana girerek zirve çıkışımızı kutladık; ardından birer dondurma alıp Aksaray’ın güzel valilik evinin önündeki parkta vakit geçirdik. 

 

Lider Aksaray otobüs şirketinin yazıhanesine geldiğimizde baktık ki Onur da orada Eskişehir’e gitmek için otobüs bekliyor.  Kısa bir sohbet sonrası vedalaşarak 22.30 da Aksaray’dan hareket ettik. Ertesi sabah saat 7 sularında Gebzeye vardık.   Süre olarak kısa ama içerik olarak zengin olan bu seyahatimizin sonrasında başka bir zirvede buluşmak üzere vedalaştık.