Geçen Aydan Kalanlar         Taner Derbentli

            
GÖÇ          (2 Mayıs 2016)     
    
Göç olgusunu insanın doğduğu büyüdüğü ülkeden (topraklardan) zorunlu olarak ya da kendi isteğiyle bir başka ülkeye taşınması olarak tanımlayabiliriz. Son yıllarda Ortadoğu ülkelerinde yaşanan savaşlar, Irak ve Suriye’den birçok insanın ülkelerinden göç etmesine neden oldu. Göç koşulları zordu, Akdeniz’ i, Ege’ yi geçmek isteyen çok sayıda göçmen boğuldu, Türkiye’ ye ve Avrupa’ ya sığınan milyonları aşkın insan zor koşullarda yaşamak zorunda kaldı.
    
Anadolu’ da yaşayanlara göç olgusu yabancı değildir. 1960’ lardan başlayarak birçok Türk, Almanya’ ya iş bulmak, ekonomik durumunu düzeltmek için göçtü. Daha öncesinde, Birinci Dünya Savaşı sırasında Türk Ermeni çatışması, Ermenilerin göçe zorlanması ile sonuçlanmıştı. İstiklal savaşı sonrasında da Büyük Mübadele gerçekleşmişti. Bugün birçok öğrencimiz de eğitim için gittikleri ülkelerden dönmüyor, oralara yerleşiyorlar.
    
Ben ve ailem de göçü birkaç kez yaşadık. İstiklal Savaşı sonrasında gerçekleşen Türk-Yunan Mübadelesinde, dedem ve ailesi Kavala’ dan Samsun’ a gelmişler. Babam o zamanlar dört yaşında bir çocukmuş. Doğal olarak benim o günlere ilişkin söyleyebileceklerim çok az. Kavala’ daki mal varlıklarına karşılık, dedeme Samsun’ da üç katlı bir ev vermişler. Bu evin bir de piyanosu vardı. Piyano kimbilir belki de Samsun’ dan Yunanistan’ a göç eden bir Rum ailesinindi. Müziği seven ve piyano çalan bir kişi olarak, bunu hatırlamak bana her zaman hüzün vermiştir. Kemal Yalçın’ ın, Emanet Çeyiz adlı kitabını okurken de hüzün dolu anlar yaşamışımdır. Ancak, o zamanlar, Anadolu’ da ve Rumeli’ de yaşananların, mübadeleyi bir çözüm olarak geçerli kıldığını düşünüyorum. Kendi ailem yaşadıkları bu yeni topraklarda mutlu oldular. Bugün yeni kuşaktan bazı yazarların, o günün koşullarını yok sayıp, mübadeleyi eleştirmelerini ise anlamakta zorluk çekiyorum.
    
Kendi yaşadığım göç 1963 yılında, on dört yaşındayken gerçekleşti. Babam, annem ve benden beş yaş küçük kız kardeşimle birlikte Kanada’ ya göçmen olarak gittik. Benim için açılan bu yeni pencerenin öğrenimim ve kişisel gelişimim bakımından büyük yararları oldu. Gelişmiş bir ülkenin eğitim sistemini, kamu düzenini, demokrasi anlayışını yakından izledim. Bir lise öğrencisi iken, devletin bana vergilerden yaptığı harcamaların dökümünü göndermesi, insanların ve kurumların birbirlerine duydukları karşılıklı güven, genç bir insan olarak beni çok etkiledi. Kuşkusuz dili, dini, yaşam biçimi farklı bir kültüre alışmak kolay değildi ama en zor olan bir türlü kopamadığın kendi toprağından uzakta olmaktı. 1972 yılında, yüksek lisansımı bitirdikten sonra Türkiye’ ye döndüm. Bu yeni bir göçtü. Kanada’ da geçirdiğim yıllar benim için hep değerli oldu, ama döndüğüm için de hiç pişman olmadım. Kızkardeşim ve Winnipeg’ de doğan erkek kardeşim, Amerika’ da kaldılar ve kendi düzenlerini kurdular. Demek istediğim o ki, göç ayrılık demek.
    
Ama göç sadece ülkeler arasında olmuyor. İnsan kendi ülkesinde de yer değiştirebiliyor. Yer değiştirmese bile, şimdi ve daha önce yaşadığı yerler değişiyor. Zaman insanı ve çevresini değiştiriyor. Bu konu düşünmeye, tartışmaya açık bir konu. Göç konusunda bana göre yazılmış en güzel şiirlerden biri de Arife Kalender Önel’ in aşağıdaki şiiridir. Ayrıca bu konuda Gültekin Emre’ nin yazdığı GÖÇ/ÜK adlı küçük kitabı da okumanızı öneririm.
    
GÜL KÜSTÜ
    
Gül küstü
sevdası sökülmüştü topraktan
büyük bir göçtü
    
yeniden aynı yere diktiler
aynı suya değdi ayakları yeniden
yaprakları yeşildi ya
renk dilsiz
goncalar kördü.